Yakınlarımız tarafından ısrarla Berlin’e davet ediliyorduk. Sonunda eşimle birlikte gitmeye karar verdik. Yılbaşı tatilinde orada olacaktık. Önceden gidip, “Christmas” kutlamalarını da görecektik. Daha önce birkaç kez yurtdışına çıktığımız halde, bu kez çok heyecanlıydım. Hazırlıklarımız tamamlanmış, havaalanına gitmiştik. Saati geldiğinde uçağa bindik, zevkli bir yolculuktu. Berlin’e yaklaştıkça geniş orman alanları dikkatimizi çekmişti. Gideceğimiz yer, Almanya’da yükseköğretimini yaparken, Alman okul arkadaşıyla evlenen kayınbiraderimin eviydi. Havaalanında indiğimizde, onların bizi karşılamak üzere, beklemekte olduğunu gördük. Son olarak okul öncesi çağlarında gördüğümüz yeğenlerimiz, yetişkin tatlı gençler olmuşlardı. Ellerindeki balonların üzerine “Hoş geldiniz” yazmışlardı. Onlar ta karşıdan fark ediliyordu. Bu coşkulu karşılamadan pek mutlu olmuştuk. Eve gelip hasret giderdik, dinlendik. Berlin, Almanya’nın başkenti ve en büyük kenti. Kuzey Almanya’da, Spree ve Havel nehirlerinin arasında, kumluk bölgeye kurulmuş. 1961’den 1990’a kadar Doğu ve Batı Berlin olarak ikiye ayrılmış. Kenti ikiye bölen duvara sonraları “Utanç Duvarı” adı verilmiş. 1989’da iki Almanya resmi olarak birleşmiş. Berlin tekrar Almanya Federal Cumhuriyeti’nin başkenti olmuş. Almanlar o yıl en mutlu Noellerini yaşamışlar. O duvarın yıkıldığı günleri anımsıyorum. Duvarın yıkılışı tüm dünyayı etkilediği gibi, bizleri de etkilemişti. Şimdi burada yok olan duvarın yerini sıkça görüyorduk. Hep yıllarca önce, sınıfıma öğrencimin getirdiği, yıkıntı parçasını hatırlıyorum. Bir akrabası, anı olarak alıp, Türkiye’ye getirmiş. İşte şimdi kısmet olmuş, buraları da görmüştük. Kaldığımız ev, Doğu ile Batı Berlin’in bitiştiği yere yakın, Batı Berlin’de idi. Bu güzel başkent hem modern bir şehir, hem de bir kültür ve sanat merkezi. Ayrıca Avrupa’nın en yeşil şehirlerinden biri. Almanya’daki pek çok kentin aksine hareketli bir metropol. Berlin’de hem eski tarihi binalar çok güzel korunmuş, 2. Dünya Savaşında zarar görmüş olan binalar restore edilmiş, hem de yeni yapılanlar mimari tasarım harikası, değişik binalar var. 2005 yılında UNESKO’nun “Yaratıcı Şehirler” listesine de girmiş.
Kentte sanat galerileri, tiyatrolar var. Orada kalış süremiz kısa olmasa da, gezecek yer çok fazlaydı. Onlar ev sahibi olarak program yapmış, , mümkün olduğu kadar çok yer görmemizi sağlamaya çalışıyorlardı. Her çıkışımızda köprüler altında, akarsuda yüzen sürüler halindeki ördekleri de seyretmeye doyamıyordum. Her yer tertemiz, her şey düzen içindeydi. Arada Ormana gidiyor, uzun süreli yürüyüşler yapıyorduk.
Doğal ortamda dolaşan geyikler, domuzlar, diğer tüm hayvanlar mutlu görünüyorlardı. O ıssız ormanda, tek başına yürüyüş yapan, her yaştaki hanımlarla da karşılaşıyorduk. Bizde olduğu gibi korkuları, ürkeklikleri olmadığı gözleniyordu. Berlin, Almanya’nın Kültür başkenti. Burada birçok müze bulunuyor. Özellikle kentin doğusunda yer alan içinde beş müzenin bulunduğu “Müzeler Adası” içinde, BERGAMA MÜZESİ de bulunuyor. Gezdiğimiz müzeler arasında Bergama Müzesi, Almanya’nın en çok ziyaret edilen sanat müzesi imiş. Bergama Müzesi üç ayrı bölümden oluşuyor. 1. Klasik Antik Çağ Koleksiyonu. 2. Antik Yakın Doğu Müzesi. 3. İslam sanat Müzesi. Müze girişinde bizlere verilen alet ile o yapıları, bir rehber gibi, kulaklıktan çeşitli dillerde dinliyorsunuz. Dil olarak tabii olarak biz Türkçe’yi tercih ettik. Yapıtlarda numaralar var. Onları tuşlarsanız, o yapı hakkında bilgi veriliyor. Orayı gezmemiz bir tam günümüzü aldı. Sanki zaman yolculuğuna çıkmış gibi hissettim kendimi… Çok da duygulandım, içimde bir burukluk hissettim… Zira olacak şey değil, ama olmuş… Koskoca Bergama Tapınağı, Türkiye’den buraya getirilmiş. Özellikle Bergama ve Milet’ten alınan eserlerle oluşturulan koleksiyonun buraya yasal olarak getirilip getirilmediği konusunda tartışmalar var. Hükumetimiz, bu eserlerin çoğunun ait olduğu yer olan Türkiye topraklarına geri iade edilmesi konusunda Alman Hükümetine başvurmuş. Kanımca, bizler vatandaş olarak kültürel varlıklarımıza sahip çıkmak zorundayız… Müzedeki Bergama Athena Tapınağı’nın girişinde, Bergama’dan Athena Heykeli, Halep Odası, bunun yanı sıra, Türk İznik çini ve halılardan örnekler görülüyor. Nefis eserlere bakmaya doyulmuyor… Diğer etkilendiğim kısım da İslam Sanatı Müzesi idi. Zira burada Türklerin yaptığı birçok eserleri görebildik. Minyatürler, elyazmaları, çinilerden gümüş ibriklere ve daha birçok şeyler… Neyse ki “eserler çok güvenli sergileniyordu. Belki Türkiye’de sergilense, daha az güvenli olurdu” düşüncesi ile kendimi teselli ettim. Birkaç sabah, yeğenlerimizin hazırladıkları konseri, oyunları izlemiştik. Alman arkadaşlarının da katılması, bizim için değişiklik olmuştu. Dikkatimi çeken, her yaptıklarının en iyi şekilde kurallarına uygun olmasıydı. Okulda alınan iyi eğitim, davranışlara yansıyordu… Hep birlikte çarşıya, Kudam’a gitmiş, oraları pek beğenmiştik. Teknik Müze de müthişti… Tekniğin ilerleyişini, tekerlekten başlayarak, günümüze kadar, adım adım gördük orada… Bir tam günde ancak bitirebildik o müzeyi de. Türkiye dışında, Berlin’de yaşayan en kalabalık yabancı (İkiyüzbin civarında) Türklermiş. En yoğun Türk nüfusu, Kreusberg semtinde bulunmaktaymış. Oraya gittiğimizde bir an kendimi Türkiye’de sandım. Her yönüyle buraya benziyor. Orada nefis lahmacunlarını yemek keyifliydi. Fakat yine biraz burukluk hissettim. Zira temizlik vs konusunda özenli değillerdi, orayı da buraya benzetmişler. Oysa geçmişte tüm dünyada bugünkü uygar büyük ülkeler bile, banyo, tuvalet temizliğini bilmezlermiş. Türklerden öğrenmişler… Crismis için çam almaya gittiğimizde, o pazarda sadece yılbaşı için özel yetiştirilmiş, boy boy çam ağaçlarının olduğunu görmek ilginçti. Büyük bir çam ağacı beğenilip alındı. Yollarda vitrinler, her yer, evlerin giriş kapısı, içi rengârenk süslenmişti. Eve neşe içinde gelinip, ağaç yerleştirildi.
Üzerine süsler ve yılbaşında verilecek hediyeler, üzerleri süslü paketler halinde asıldı. Herkes paketlerdekileri merakla beklemeye başladı. Yılbaşı, muhteşem bir şekilde, gündüzden başladı. Onlarca Noel baba kıyafetinde kişiler dolaşıyordu. Işıl ışıl, mumlarla donatılmış yılbaşı sofrasında yemekten sonra, şarkılar, oyunlar, danslar… Fındık fıstık, meyveler yendi, pastalar kesildi. Havai Fişeklerle kutlamalar devam etti. İlerleyen saatlerde yeni yıla girildi… Kutlamalar… Ve en heyecanlı olan, hediye paketlerinin çam ağacından alınıp, birer birer açılması. Hediyelerin maddi yönü pek önemli değildir. Bize verilenlerden belki en basit olan, en çok etkilendiğim, açık renk bezden yapılmış bir alışveriş torbası idi. Zira üzerine iki el açılarak çizilmişti. Biri büyükçe, diğeri daha küçük. Bu yeğenlerimizden çizilen ellerdi. Taşıdığımız her şeye yardım etmeleri için çizilmiş. Bazı armağanlar çok derin anlamlar içerir. O torbaları her kullandığımızda, Berlin’de geçirdiğimiz o güzel günleri, o geceyi anımsar, Timur ve Nilay’ın da taşımada yardımcı olduklarını düşünürüz. Ayrıca ertesi gün erkenden, gece çeşitli şekilde kâğıtlar vs. ile kirletilen sokakların her zamanki gibi tertemiz olması. Şaşılacak şeydi. O darmadağın edilmiş yerleri kim, ne zaman, nasıl temizlemişti… Bez torbayı ise son günlerde her gece, evimizin kapısına asıyorum. Sabah erkenden kapıcının getirip içine koyduğu gazeteyi alırken, getiren onlarmış gibi, üstüne çizilmiş ellerini görüyorum.