WHATSAP İLETİŞİM
 

YAZGI

Dipteki odamdan çıkmış, uzun koridorda yürüyordum. Karşıdan tekerlekli sandalyede birinin gelmekte olduğunu fark ettim. Yaklaştıkça onun sarışın, yeşil gözlü çok güzel bir genç kız olduğunu gördüm. Yanımda durup ’’Siz yeni misiniz?’’ diye sordu. ‘’İkinci günüm’’ deyince ‘’ Nasıl olur, ben buradaki herkesi tanırım, sizi fark etmemişim’’ O’na ‘’Geçmiş olsun. Öğrenci misin?’’ diye sorduğumda ise ‘’ Hayır. Ben felç oldum. Adım Kader. Siz kaç numaralı odadasınız. Akşam odanıza gelsem, sizinle sohbet etsek, rahatsız olur musunuz?’’  Memnun olacağımı söyledim. Anlaşılan beş aydır bu hastanede fizik tedavisi gördüğü için, değişik insanlarla tanışmak, ona iyi geliyordu. O’nun durumu içimi acıtmıştı. Fakat felçli bir genç kızın böylesine neşeli, güler yüzlü, ışıltılı görüntüsüne de şaşırmıştım doğrusu. Daha sonra spor yapmak için salona gittim. Orada pek çok hasta vardı. Doktorlarının, durumlarına göre kendilerine verdiği egzersiz programlarını uyguluyor, hareketlerini yapıyorlardı.  Bu arada Kader’i de gördüm, selamlaştık. Yanındaki beş yaşındaki felçli çocuğu göstererek ‘’ Bakın bu Rüzgâr, refakatçisi anneannesi, fakat o tekerlekli sandalyesini güzel kullanır, aylardır o da burada, ara sıra beraber dolaşırız. Yaramazlık yapmadığı zaman iyi arkadaşız. Belki odanıza onunla geliriz’’ dedi. Çocuğun yanağını okşayıp, onları beklediğimi söyledim. Benim sol ayağımdaki rahatsızlık, onlarınkinin yanında hiç kalırdı. Kısa süreli hareketlerimi yapıp bitirdiğimde, onları da takip etmekten kendimi alamadım. Onlara çok zor, acı verici hareketler yaptırılıyordu. Birkaç saat sonra Kader ile Rüzgâr ve anneannesi odama geldiler. Dünya tatlısı bu çocuk yerinde duramıyor, arabasıyla duvarlara yürüyordu adeta.  Kısa sohbetten sonra çocuk anneannesiyle odadan ayrıldı. Kader’in sohbeti pek tatlıydı. ‘’Ablacığım, bu çocuk ailesiyle kendi arabalarıyla tatile giderken, kaza geçirmişler. Babası yaşamını yitirmiş, ona söylemiyorlar. Zengin insanlar ama çocuğun düzelecek, yürüyecek durumu görünmüyor. Çok ta huzursuz, saldırgan oldu’’ Sanki kendini unutmuş, ona üzülüyordu. Sonra ‘’Siz beni öğrenci sandınız. Yaşımı göstermiyorum, yirmi beş yaşındayım’’ diye devam etti. Gülerek, neşeli şekilde hep bana sorular soruyordu. Sonra kendini anlatmaya başladı. ‘’ Demek sizinle aynı yerde oturuyormuşuz. Siz merkezde, bizim evimiz ise en dış semtlerde. Babam göçmen aileden gelme. Memleketlerinde zulüm görmüşler, acılar çekmişler. Burada ise yoksulluktan kurtulamamışlar. Köksüz ot gibi pek çok yerde dolaşıp durmuşlar.  Sonra annemle büyük bir aşkla evlenmişler. Babam dünyanın en iyi insanlarından biridir. Biz birbirimize saygılı, sevgi dolu bir aileyiz Maalesef babam eğitimsiz, belirli bir mesleği de yok. Geçmişte kuyruksuz uçurtma gibi, oradan oraya savrulmuşlar. Son geldiğimiz yer burası. Ben burada yoksul fakat mutlu ailemin beşinci kız çocuğu olarak doğmuşum. İlkokulu bitirdim. Durumum çok iyi olduğu halde yokluktan okutulamadım. Bizler gösterişli kızlardık. Başımıza kötü şeylerin gelmesinden korkmuşlar. Ailemiz bu nedenle küçük yaşta bizleri evlendirmek istedi. İki ablamı hemen, incelemeden evlendirmişler. Babam sara hastası olduğundan, bize bakamaz hale geldi. İlkokulu bitirdiğim yıl beni otuz beş yaşındaki, uzakta bir ilçede yaşayan adamla evlendirdiler.‘’ Hayret etmiştim, merakla ‘’Sonra ?’’ Bir kahkaha atıp devam etti. ‘’ Ablacığım benim hayatım bir roman veya film gibi. Bu evliliğe ancak üç yıl dayanabildim. Hem eşimden, hem ailesinden her türlü eziyeti çektim. İşsiz güçsüz, çevresinde de iyi tanınmayan yaramaz biriydi. Canımı zor kurtardım, aileme sığındım. Onlara, bir şekilde çalışıp yük olmayacağımı söyleyerek ikna ettim. Sözünü kesip ’’Peki üç yıl neden sabredip acı çektin?’’ dedim. ‘’Çünkü bu arada bir kızım, bir de oğlum olmuştu. ‘’ demez mi? ‘’Onları vermediler, hatta hiç göstermediler Şu an görsem bile tanımam. Ama onlar hiç aklımdan çıkmaz, kalbimde taşırım hep’’. O an, ondaki bu neşe, bu ışıltı nereden kaynaklanıyor diye düşünmekten kendimi alamadım.  Bu nasıl yazgı diyordum içimden. O anlatmaya devam ediyordu. ‘’ Çocuk bakıcılığı yapmak istiyordum. Sonunda kısmet oldu, iş buldum. Ünlü bir sahil beldesinde türkü barda şarkı söyleyen hanımın evine yerleşip, iki küçük çocuğuna bakmaya başladım. Hem de benimkilerin yaşlarında idiler. O hanım hayatın sillesini yemiş dertli biriydi, iyi anlaşıyorduk. Kazanıyordu, ekonomik durumu iyiydi. Eşi, kimi, kimsesi yoktu. Benim de sesim güzeldir. Bazı günler eve yorgun, üzgün geldiğinde ‘’boş ver işi de bana şu, şu şarkıyı söyle’’ diye isteklerde bulunurdu. Keyifle söylerdim, çok kere ağlardı dinlerken. Bir gün bana ‘’Hep evde çocuklarla kapalı kalıyorsun, şöyle bir başka türkü bara gidip, baş başa eğlenelim ‘’ demişti, sevindim. Gittik. Bir ara şarkıcı masamızda söylerken coşup eşlik ettik. Arada mikrofonu bana uzattığında orada derin bir sessizlik oldu. Sonra alkışlar… Sahneye davet edildim. Alkışlar kesilmedi, dört şarkı söyledim. Yetkililer adresimizi aldılar. Ertesi gün patrondan orada çalışma teklifi geldi. Sonra eve yeni bir bakıcı kadın tuttuk. Bir süre sonra da beni orada bir otele yerleştirdiler. Gayet mazbut hayatım oldu, takdir edildim. İşimi de ciddiyetle yapıyordum. İyi de para kazanmaya, biriktirmeye, aileme de göndermeye başladım. Hatta ablamın, ekonomik nedenlerle iyi gitmeyen evliliğini, onlara katkıda bulunarak kurtardım. Kısa sürede annemlerin kira evlerinin yanında küçük bir ev aldık, oraya yerleştiler. Bir odasını da kendime ayırdım. Genç odası takımı bile alıp, odamı zevkle döşedim. Hepimiz çok mutluyduk. Bir yandan da ehliyet alma hazırlıklarına başladım. Elden düşme de olsa iyi bir araba aldım. Ehliyeti aldığım gün sevincimden uçuyordum. İlk kez arabamı tek başıma kullanacaktım. İki yüz metre kadar gittim, yolda mıcır varmış, arabam takla attı, altında kalmışım, zor çıkarılmışım, çok ağır, felçli olarak hastanede, günler sonra gözümü açtım. Uzun tedavilerin çok faydası oldu, bu en iyi halim’’ diye sürdürüyordu konuşmasını. İçimden, çoğu insanlar, geçmişteki bazı eski Türk filmlerindeki konuları gördüğümüzde, düzmece, abartılı, saçma, gerçek dışı olduğunu düşünürdük fikri geçiyordu. Demek oluyormuş. Sonra ona ‘’sen elinden geleni yapıyorsun. Gayret et, sabret, günün birinde yine o sahnelere kavuşursun. Güzel elbiseler giyer, şarkılarını söyler, alkışlarını alır, paranı kazanırsın’’ dediğimde heyecanla ‘’Evet, umut ediyorum. Şimdilerde ara sıra sahnede giydiğim bir elbiseye, bakıyor, öpüyorum onu. Türkü bardan sağlık durumumu takip ettiriyorlar. İlerde beni yine oraya alacaklar. Burada kulaklıkla şarkılar dinleyip, repertuarımı zenginleştirme gayreti içindeyim.”  O sırada kapı açıldı, gelen refakatçi olarak kalan annesiydi. Kızıyla gurur duyuyordu. “Kader’i burada herkes bilir. Doktorların olmadığı zamanlarda içerde, bahçede şarkılar söylediği olur. Hastalardan, personelden dinleyicileri çoktur. Kader heyecanla “İsterseniz şimdi size de söylerim’’ dediğinde “Sevinirim’’ dedim. Zaten hazırlanıp gelmişti. Sanırım sahne özlemini gidermek için hafif makyaj yapmış, pırıltılı bluz giymiş, gü- zel, uzun, sarı saçlarını bir ışık seli gibi omuzlarına doğru taramış, ön tarafını da özenle şekillendirmişti. Gür, güzel, etkileyici sesiyle, duyarak, yaşayarak söylüyordu şarkılarını. Şarkı söylemiyor, aslında bülbüller gibi şakıyordu sanki… ‘’Evlerinin önü boyalı direk, yerden yere vurdun sen beni felek. Bu acıya dayanamaz bu yürek... Evlerinde lambaları yanıyor, köz köz olmuş ciğerlerim yanıyor… Beni gören deli olmuş sanıyor… ’’ Alışmış kişilerden birkaçı kapıyı aralayıp, dinlemeye başladılar. Zevkle dinlerken bir yandan da düşünüyorum.’’ Onun müzik aşkı, güzel sesi hayatındaki dayanağı olmuş, onunla birlikte ailesinin de… Annesi de adeta kendinde n geçmiş, kim bilir kaçıncı kez kızını keyifle dinlerken, bir yandan da tepkimi görmek üzere bana bakıyor. Kader ise şakımaya devam ediyor. Hep birlikte alkışlıyoruz. Ona sesinin çok güzel, etkileyici, ses renginin çeşitli türden şarkılar söylemeye uygun olduğunu, türkü dışında değişik tarzdaki şarkıları söylemeyi de denese, başarılı olabileceğini söylüyorum. Orada olduğum sürece bu konserlerine ara sıra devam etti. Çıkacağım gün bahçeye eşim de gelmişti. Kader ‘’ağabey de dinlesin’’ diye yine birkaç şarkı söyledi. Kısa süre sonra hastaneden ayrıldım. Kontrole gittiğimde onları spor salonuna giderek izledim. Kader heyecanla ‘’Patronumdan haber geldi. İstersem tekerlekli sandalye ile de sahneye çıkabileceğimi söylemiş. Belki bir süre sonra gidebilirim. Sizi de oraya, türkü bara bekliyorum’’ diyerek ünlü bir sahil beldesindeki adresini verdi. Yanında Rüzgâr vardı. Hareket yapma hazırlığı içindeydi. O güzel yüzlü minik delikanlı yine çok hırçındı. “Senin de ilerde yürüdüğünü, belki sizin oralara geldiğimizde görürüz’’ dediğimde, yavaşça ısrarlı bir şekilde ‘’Ben zaten arada yürüyor, dışarılara tek başıma kaçıp, oyunlar oynuyorum. Bunu kimse görmüyor, bilmiyor’’ sözleriyle beni şaşırttı. Büyüklerine de böyle dediği oluyormuş. Anlaşılıyor ki, o yürüdüğünü hayal ediyor, hayalle gerçeği ayırt edemiyor. Bir süre sonra işimizi bitirmiş, bahçedeki ağaçların gölgesinde banka oturmuştuk. Kader de geldi. Kantinden aldığımız dondurmalarla onlarla vedalaşacaktık. Dondurma ziyafetimizin bitiminde o yine coştu, eşimle beni bir türküyle uğurladı: Huma kuşu yükseklerden seslenir… Yar koynunda bir çift suna beslenir... Sen ağlama kirpiklerin ıslanır… Ben ağlım ki belki gönül uslanır… Oradan ayrıldığımızda yürüdüğümüz ağaçlı yol boyunca, türkünün kulaklarımdaki fon müziği eşliğinde düşünüyordum. Kısa süreli hastane serüvenim sırasında ilginç öyküleri olan çok insan tanıdım. Normal hayatta insanlar ufacık şeyleri büyütüp, kendilerine dert ederler. Oysa şöyle bir hastanedeki kişileri görseler…  
Ekleme Tarihi: 02 Mart 2016 - Çarşamba

YAZGI

Dipteki odamdan çıkmış, uzun koridorda yürüyordum.

Karşıdan tekerlekli sandalyede birinin gelmekte olduğunu fark ettim. Yaklaştıkça onun sarışın, yeşil gözlü çok güzel bir genç kız olduğunu gördüm.

Yanımda durup ’’Siz yeni misiniz?’’ diye sordu. ‘’İkinci günüm’’ deyince ‘’ Nasıl olur, ben buradaki herkesi tanırım, sizi fark etmemişim’’ O’na ‘’Geçmiş olsun. Öğrenci misin?’’ diye sorduğumda ise ‘’ Hayır. Ben felç oldum. Adım Kader. Siz kaç numaralı odadasınız. Akşam odanıza gelsem, sizinle sohbet etsek, rahatsız olur musunuz?’’

 Memnun olacağımı söyledim. Anlaşılan beş aydır bu hastanede fizik tedavisi gördüğü için, değişik insanlarla tanışmak, ona iyi geliyordu. O’nun durumu içimi acıtmıştı. Fakat felçli bir genç kızın böylesine neşeli, güler yüzlü, ışıltılı görüntüsüne de şaşırmıştım doğrusu. Daha sonra spor yapmak için salona gittim. Orada pek çok hasta vardı. Doktorlarının, durumlarına göre kendilerine verdiği egzersiz programlarını uyguluyor, hareketlerini yapıyorlardı.

 Bu arada Kader’i de gördüm, selamlaştık. Yanındaki beş yaşındaki felçli çocuğu göstererek ‘’ Bakın bu Rüzgâr, refakatçisi anneannesi, fakat o tekerlekli sandalyesini güzel kullanır, aylardır o da burada, ara sıra beraber dolaşırız. Yaramazlık yapmadığı zaman iyi arkadaşız. Belki odanıza onunla geliriz’’ dedi.

Çocuğun yanağını okşayıp, onları beklediğimi söyledim. Benim sol ayağımdaki rahatsızlık, onlarınkinin yanında hiç kalırdı. Kısa süreli hareketlerimi yapıp bitirdiğimde, onları da takip etmekten kendimi alamadım. Onlara çok zor, acı verici hareketler yaptırılıyordu.

Birkaç saat sonra Kader ile Rüzgâr ve anneannesi odama geldiler. Dünya tatlısı bu çocuk yerinde duramıyor, arabasıyla duvarlara yürüyordu adeta.

 Kısa sohbetten sonra çocuk anneannesiyle odadan ayrıldı. Kader’in sohbeti pek tatlıydı. ‘’Ablacığım, bu çocuk ailesiyle kendi arabalarıyla tatile giderken, kaza geçirmişler. Babası yaşamını yitirmiş, ona söylemiyorlar. Zengin insanlar ama çocuğun düzelecek, yürüyecek durumu görünmüyor. Çok ta huzursuz, saldırgan oldu’’ Sanki kendini unutmuş, ona üzülüyordu.

Sonra ‘’Siz beni öğrenci sandınız. Yaşımı göstermiyorum, yirmi beş yaşındayım’’ diye devam etti. Gülerek, neşeli şekilde hep bana sorular soruyordu. Sonra kendini anlatmaya başladı. ‘’ Demek sizinle aynı yerde oturuyormuşuz. Siz merkezde, bizim evimiz ise en dış semtlerde. Babam göçmen aileden gelme. Memleketlerinde zulüm görmüşler, acılar çekmişler. Burada ise yoksulluktan kurtulamamışlar. Köksüz ot gibi pek çok yerde dolaşıp durmuşlar.

 Sonra annemle büyük bir aşkla evlenmişler. Babam dünyanın en iyi insanlarından biridir. Biz birbirimize saygılı, sevgi dolu bir aileyiz Maalesef babam eğitimsiz, belirli bir mesleği de yok. Geçmişte kuyruksuz uçurtma gibi, oradan oraya savrulmuşlar. Son geldiğimiz yer burası. Ben burada yoksul fakat mutlu ailemin beşinci kız çocuğu olarak doğmuşum. İlkokulu bitirdim. Durumum çok iyi olduğu halde yokluktan okutulamadım.

Bizler gösterişli kızlardık. Başımıza kötü şeylerin gelmesinden korkmuşlar. Ailemiz bu nedenle küçük yaşta bizleri evlendirmek istedi. İki ablamı hemen, incelemeden evlendirmişler. Babam sara hastası olduğundan, bize bakamaz hale geldi. İlkokulu bitirdiğim yıl beni otuz beş yaşındaki, uzakta bir ilçede yaşayan adamla evlendirdiler.‘’

Hayret etmiştim, merakla ‘’Sonra ?’’ Bir kahkaha atıp devam etti. ‘’ Ablacığım benim hayatım bir roman veya film gibi. Bu evliliğe ancak üç yıl dayanabildim. Hem eşimden, hem ailesinden her türlü eziyeti çektim. İşsiz güçsüz, çevresinde de iyi tanınmayan yaramaz biriydi. Canımı zor kurtardım, aileme sığındım. Onlara, bir şekilde çalışıp yük olmayacağımı söyleyerek ikna ettim. Sözünü kesip ’’Peki üç yıl neden sabredip acı çektin?’’ dedim.

‘’Çünkü bu arada bir kızım, bir de oğlum olmuştu. ‘’ demez mi? ‘’Onları vermediler, hatta hiç göstermediler Şu an görsem bile tanımam. Ama onlar hiç aklımdan çıkmaz, kalbimde taşırım hep’’. O an, ondaki bu neşe, bu ışıltı nereden kaynaklanıyor diye düşünmekten kendimi alamadım.

 Bu nasıl yazgı diyordum içimden. O anlatmaya devam ediyordu. ‘’ Çocuk bakıcılığı yapmak istiyordum. Sonunda kısmet oldu, iş buldum. Ünlü bir sahil beldesinde türkü barda şarkı söyleyen hanımın evine yerleşip, iki küçük çocuğuna bakmaya başladım. Hem de benimkilerin yaşlarında idiler. O hanım hayatın sillesini yemiş dertli biriydi, iyi anlaşıyorduk. Kazanıyordu, ekonomik durumu iyiydi. Eşi, kimi, kimsesi yoktu. Benim de sesim güzeldir. Bazı günler eve yorgun, üzgün geldiğinde ‘’boş ver işi de bana şu, şu şarkıyı söyle’’ diye isteklerde bulunurdu. Keyifle söylerdim, çok kere ağlardı dinlerken. Bir gün bana ‘’Hep evde çocuklarla kapalı kalıyorsun, şöyle bir başka türkü bara gidip, baş başa eğlenelim ‘’ demişti, sevindim. Gittik. Bir ara şarkıcı masamızda söylerken coşup eşlik ettik. Arada mikrofonu bana uzattığında orada derin bir sessizlik oldu. Sonra alkışlar… Sahneye davet edildim. Alkışlar kesilmedi, dört şarkı söyledim. Yetkililer adresimizi aldılar. Ertesi gün patrondan orada çalışma teklifi geldi. Sonra eve yeni bir bakıcı kadın tuttuk. Bir süre sonra da beni orada bir otele yerleştirdiler. Gayet mazbut hayatım oldu, takdir edildim. İşimi de ciddiyetle yapıyordum. İyi de para kazanmaya, biriktirmeye, aileme de göndermeye başladım. Hatta ablamın, ekonomik nedenlerle iyi gitmeyen evliliğini, onlara katkıda bulunarak kurtardım. Kısa sürede annemlerin kira evlerinin yanında küçük bir ev aldık, oraya yerleştiler. Bir odasını da kendime ayırdım. Genç odası takımı bile alıp, odamı zevkle döşedim. Hepimiz çok mutluyduk. Bir yandan da ehliyet alma hazırlıklarına başladım. Elden düşme de olsa iyi bir araba aldım. Ehliyeti aldığım gün sevincimden uçuyordum. İlk kez arabamı tek başıma kullanacaktım. İki yüz metre kadar gittim, yolda mıcır varmış, arabam takla attı, altında kalmışım, zor çıkarılmışım, çok ağır, felçli olarak hastanede, günler sonra gözümü açtım. Uzun tedavilerin çok faydası oldu, bu en iyi halim’’ diye sürdürüyordu konuşmasını. İçimden, çoğu insanlar, geçmişteki bazı eski Türk filmlerindeki konuları gördüğümüzde, düzmece, abartılı, saçma, gerçek dışı olduğunu düşünürdük fikri geçiyordu. Demek oluyormuş. Sonra ona ‘’sen elinden geleni yapıyorsun. Gayret et, sabret, günün birinde yine o sahnelere kavuşursun. Güzel elbiseler giyer, şarkılarını söyler, alkışlarını alır, paranı kazanırsın’’ dediğimde heyecanla ‘’Evet, umut ediyorum. Şimdilerde ara sıra sahnede giydiğim bir elbiseye, bakıyor, öpüyorum onu. Türkü bardan sağlık durumumu takip ettiriyorlar. İlerde beni yine oraya alacaklar. Burada kulaklıkla şarkılar dinleyip, repertuarımı zenginleştirme gayreti içindeyim.”

 O sırada kapı açıldı, gelen refakatçi olarak kalan annesiydi. Kızıyla gurur duyuyordu. “Kader’i burada herkes bilir. Doktorların olmadığı zamanlarda içerde, bahçede şarkılar söylediği olur. Hastalardan, personelden dinleyicileri çoktur. Kader heyecanla “İsterseniz şimdi size de söylerim’’ dediğinde “Sevinirim’’ dedim.

Zaten hazırlanıp gelmişti. Sanırım sahne özlemini gidermek için hafif makyaj yapmış, pırıltılı bluz giymiş, gü- zel, uzun, sarı saçlarını bir ışık seli gibi omuzlarına doğru taramış, ön tarafını da özenle şekillendirmişti. Gür, güzel, etkileyici sesiyle, duyarak, yaşayarak söylüyordu şarkılarını. Şarkı söylemiyor, aslında bülbüller gibi şakıyordu sanki… ‘’Evlerinin önü boyalı direk, yerden yere vurdun sen beni felek. Bu acıya dayanamaz bu yürek... Evlerinde lambaları yanıyor, köz köz olmuş ciğerlerim yanıyor… Beni gören deli olmuş sanıyor… ’’ Alışmış kişilerden birkaçı kapıyı aralayıp, dinlemeye başladılar. Zevkle dinlerken bir yandan da düşünüyorum.’’

Onun müzik aşkı, güzel sesi hayatındaki dayanağı olmuş, onunla birlikte ailesinin de… Annesi de adeta kendinde n geçmiş, kim bilir kaçıncı kez kızını keyifle dinlerken, bir yandan da tepkimi görmek üzere bana bakıyor. Kader ise şakımaya devam ediyor. Hep birlikte alkışlıyoruz. Ona sesinin çok güzel, etkileyici, ses renginin çeşitli türden şarkılar söylemeye uygun olduğunu, türkü dışında değişik tarzdaki şarkıları söylemeyi de denese, başarılı olabileceğini söylüyorum.

Orada olduğum sürece bu konserlerine ara sıra devam etti. Çıkacağım gün bahçeye eşim de gelmişti. Kader ‘’ağabey de dinlesin’’ diye yine birkaç şarkı söyledi. Kısa süre sonra hastaneden ayrıldım. Kontrole gittiğimde onları spor salonuna giderek izledim. Kader heyecanla ‘’Patronumdan haber geldi. İstersem tekerlekli sandalye ile de sahneye çıkabileceğimi söylemiş. Belki bir süre sonra gidebilirim. Sizi de oraya, türkü bara bekliyorum’’ diyerek ünlü bir sahil beldesindeki adresini verdi.

Yanında Rüzgâr vardı. Hareket yapma hazırlığı içindeydi. O güzel yüzlü minik delikanlı yine çok hırçındı. “Senin de ilerde yürüdüğünü, belki sizin oralara geldiğimizde görürüz’’ dediğimde, yavaşça ısrarlı bir şekilde ‘’Ben zaten arada yürüyor, dışarılara tek başıma kaçıp, oyunlar oynuyorum. Bunu kimse görmüyor, bilmiyor’’ sözleriyle beni şaşırttı. Büyüklerine de böyle dediği oluyormuş. Anlaşılıyor ki, o yürüdüğünü hayal ediyor, hayalle gerçeği ayırt edemiyor. Bir süre sonra işimizi bitirmiş, bahçedeki ağaçların gölgesinde banka oturmuştuk. Kader de geldi.

Kantinden aldığımız dondurmalarla onlarla vedalaşacaktık. Dondurma ziyafetimizin bitiminde o yine coştu, eşimle beni bir türküyle uğurladı: Huma kuşu yükseklerden seslenir… Yar koynunda bir çift suna beslenir... Sen ağlama kirpiklerin ıslanır… Ben ağlım ki belki gönül uslanır…

Oradan ayrıldığımızda yürüdüğümüz ağaçlı yol boyunca, türkünün kulaklarımdaki fon müziği eşliğinde düşünüyordum. Kısa süreli hastane serüvenim sırasında ilginç öyküleri olan çok insan tanıdım.

Normal hayatta insanlar ufacık şeyleri büyütüp, kendilerine dert ederler. Oysa şöyle bir hastanedeki kişileri görseler…


 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve karsiyakalim.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.