HASTANEDE ÇIĞLIK
Hediye Hanım otuzlu yaşlarda, hassas, suskun bir tipti. Kursumuza kesintisiz devam ediyordu. Henüz okumayı sökmemişti. Gayretli olduğu halde bu durumda olmasından rahatsızdı. Yaşamı boyunca da okumamanın üzüntüsünü duymuştu.
Onun son üç günden beri derse gelmeyişinden endişeliydim. Sonraki gün sınıfa girdiğimde gelmiş olduğunu gördüm. Gelmeyişinin nedenini sınıfça dinlemeye başladık.
"Üç gün önce çok hastalandım. Evde ne yaptıysak olmadı. Gittikçe kötüleştim. Sonra ne oldu bilmem, bayılmışım. Aradan epeyce zaman geçmiş. Kendime gelip, gözümü açtığımda tam karşımda bir yazı gördüm. Birden fark ettim ki orada A-CİL-SER_VİS yazıyor.
Elimde olmadan yüksek sesle okudum. Sonra da "Okuyorum..." diye çığlık attım. Çevrede bulunanlar, oradaki görevliler, telaşla yanımıza koşuştular. Sedyenin üzerinde yattığımı o zaman fark ettim. Bayıldıktan sonra beni hastaneye getirmişler...
Yakınlarım bağırışımın nedenini koşarak gelenlere anlattılar.
"GARNININ" ŞİŞİ İNİYORMUŞ
72 yaşında bir dedeydi.
Yıllar sonra okuma yazmanın mutluluğunu tatmış, belgesini alıyordu. Gayet özenle hazırlanmıştı. Takım elbisesi ve efendi duruşuyla bilmeyen onu, bir bürokrat sanabilirdi.
Geçmişte yaşadıklarını bazen gülerek, bazen de boğazına bir şeyler düğümlenircesine anlatıyordu.
Konuşmasının bitiminde mutlu son anıları yer alıyordu. Sıcak İzmir akşamları herkes balkonlara çıkar. O da balkonuna çıkıyor, eline gazetesini alıp başlıyormuş yüksek sesle okumaya.
Komşular, gelen geçen herkes duyuyormuş. Bu durumu çevreye duyurmaktan gururluymuş. Kendi tabiriyle, okudukça ‘garnının’ şişi iniyormuş.
ORTAK
Kurs süremiz yarılanmıştı. Emine hanım okumayı sökmüştü. Mutluydu. Bir gün heyecanla, ‘’Hocam ortağımı da getireyim mi? Belki o garip de imza atmayı öğrenir de, parmak basmaktan kurtulur.’’ dedi.
Ortağıyla ne iş yaptıklarını sorduğumda, kuması olduğunu öğrendim.
TABUTUMUN ÜSTÜNE GELİNLİK ÖRT
Okuma- yazma kursiyerinden Kamile Hanım çocuklarının elinden tutmuş, yanıma gelmişti.
‘’Öğretmenim ne olur, yalvarırım nikâhımı kıyılmasında yardımcı ol. Oğlum seneye okula gidecek, nüfusu yok’’demişti. ‘’Tabii’’ demiştim.
Gereken evrakı hazırlayıp vermesini, zamanı gelince kendisini telefonla arayacağımızı söylemiştim. Sonra da eklemiştim: ‘’İstersen gelinlik de giyebilirsin!’’
Birden heyecanlandı: ‘’Zaten yıllardır kocama vasiyetimi söylüyorum. Ölürsem tabutumun üzerine bir gelinlik ört. Duvağı, tacı da olsun…’’ dedi.
İkimiz de duygulanmıştık. Sonuçta nikâh günü gelmişti. Kamile hanım komşusunun gelinliğini alıp giymişti. Yanında eşi, iki çocuğu vardı.
Hepsi mutlu görünüyorlardı. Sanırım aslında tam olarak o gün muradına ermiş, yarım kalan mutluluğu tamamlanmıştı.