Unutamadığım soru ...
Yıllar önce, babamızın tayini nedeniyle küçük bir ilçede bulunuyorduk. Ortaokul öğrencisi idim. Birgün tarih dersimizde öğretmenimiz bizlere o günkü konumuzu anlatarak, ilgili bir de soru sordu:
- Merc-i Dabık'ın yeri, tam olarak nerededir?
Tek bir parmak kalkmadı.
Zeki, çalışkan, sınıfımızın gururu olan arkadaşımız Ahmet Taner Kışlalı'dan bile yanıt yoktu.
Yedek subaylığını yeni bitirerek okulumuza atanan, ilçenin yerlisi, tanınmış bir ailesinden olan dinamik gençti öğretmenimiz.
Soruyu birkaç kez tekrarladıktan sonra, ilçenin dışında bulunan okulumuzdaki sınıfımızın penceresinden, geniş düzlüğe daldı gözleri.
Sonra sınıfa dönerek:
- Bu soruyu kim yanıtlarsa, karnesine tarih dersinden doğrudan 10 vereceğim. Önce alınan yazılı, sözlü notlarının ortalamasını almak yok. Doğrudan 10 olacak karnedeki notu...
Daha da heyecanlanmıştık. Ne yazık ki, hiç bilen olmadı. düşünmemiz için verdiği süremiz dolmuştu. Sınıfta derin bir sessizlik... Öğretmenimiz:
-İşte Merci Dabık, tam da pencereden baktığım düzlük... demez mi?
Evet, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında, Memluk Devleti ile yapılan ilk ve kesin sonuçlu bu savaş, Kilis il sınırlarımızın içinde, sınıfımızdan görülen düzlükte yapılmış ve 24 Ağustos 1516 yılında kazanılmış. Savaş sonucunda, Suriye, Lübnan ve Filistin Topraklarımıza katılmış. (Anlamı. Kilis yakınlarındaki, Dabık köyü, Merc: Arapça çayırlık veya düzlük anlamına geliyormuş. Savaşın adı, Merc-i Dabık birleşik sözcüğü olarak tarihe geçmiş.)
Çocukluğumdaki bu küçücük ilçedeki o büyülü yılları anımsıyorum da...
Tutucu bir yerdi. Okulumuzda az sayıdaki kızlar genelde aynı şubede toplanır, seçilmiş ailelerin erkek çocukları ile bir sınıf oluşturulurdu. Bizim karma sınıfımızda, on kız öğrenci idik. Ders aralarında kız öğrenciler ön, erkekler ise arka bahçede olurdu. Sınıfımızdakilerin bildiğim kadarıyla çoğu, ileriki yıllarda çok değerli kişiler olarak eğitim gördü, yetişti, en iyi yerlere geldi.
Anneler, Ramazan Ayı boyu, her gece ayrı camide teravih namazı kılmaktan gurur duyarlardı. Gerçek müslüman insanlardı. Tüm dini ve milli bayramlar, en iyi şekilde, coşkuyla kutlanırdı.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramlarını; şortlarımızı giyer görkemli şekilde gösteriler yaparak, geniş alanlarda halkla birlikte coşku içinde kutlardık.
Kilis genelde bir Türkmen kenti olur, halkı çok zeki ve çalışkan, neşeli insanlardır. Evlenip yuva kuranlar, düğün takılarını satarak hemen ev, tarla gibi yatırımlar yaparlar. Gelinler Antep işi nakışlar yapar, dikişler dikerek aile bütçesine katkı yapma telaşına girerlerdi. Büyük kentlerde üniversiteli pek çok gençleri vardı.
Orda sosyal yaşam güzeldi. Babalarımız şehir kulübüne giderler, tüm yönetici ve kültürlü kişiler bir arada, güzel zamanlar geçirirlerdi.
Genelde onların çocukları olan bizler de arkadaştık... Sık sık tiyatro toplulukları gelir, biletler de hemen biterdi. Birkaç sinema vardı, arada renkli, sinemaskop filmler izlediğimiz de olurdu.
O yıllardaki düğünlerde söylenen türküler, hala kulaklarımda yankılanıyor. Düğünlerin, kına geceleri ve eğlencelerin olmazsa olmaz çalgıcısı, ünlü Kör Elif lakaplı kadın, tef çalar, türküler söyler, oyunlar oynatıp coştururdu Kilislileri... "Süt içtim dilim yandı..." "Kuru kastel akmıyor, ha ha nay nay..." sonra hep birlikte daire şeklinde, eller birbirinin omuzlarına konarak, ortada toplanıp, bir ağızdan söz korosu halinde "Allah geline bir oğlan vere,yoh yoh, ehey, lü lü lülü lü... " diyerek, tiz sesle, uzun uzun zılgıt çekerlerdi...
İlginç olan, şehrin merkezinde, asfalt yolun kenarında, karşılıklı iki parktan biri kadınlar, diğeri erkekler parkıydı. Ağaçlıklar arasında, birbirine görünmezdi. Kadınlar parkına, ailece de gidilirdi.
Düşünüyorum da, o günkü yaşam, kültür, düşünceler, giyim kuşam, içten samimiyetler günümüzden daha iyi idi.
Yerli halkın ileri gelenleri genelde Ankara, İstanbul, İzmir'deki yakınlarına, yurt dışı ülkelere, Halep'e gidip gelen, uyanık, görgülü, bilgili insanlardı. O yıllarda henüz yazlıklara, plajlara gitmek yoktu. Bilinmezdi ülkemizde. Fakat Kilisliler, yazın o sıcak günlerinde bağ evlerine, veya kurdukları çadırlara giderlerdi. Hem iş, hem de tatil yaparlardı.
O kıpkırmızı verimli topraklarda, bağlar, zeytinlikler, incir ağaçları arasında. Geceleri bir başka alem olurdu oralarda. Darbukalar çalınır, şarkılar söylenir, oyunlar oynanırdı ailece. Nefis et, bulgur yemekleri, çiğ köfte, içli köfte... yenilirdi. Şen kahkahalar yükselirdi sıcak günlerin serin gecelerinde...
Oradan ayrıldıktan yedi yıl kadar sonra, gezi dönüşü Kilis'e uğramıştık ta, kaybolmuş, aradığım yerleri bulamamıştım. Öylesine büyümüş, gelişmişti ki...
Akıp geçen yıllar içinde, Kilis'in il oluşunu, çok değiştiğini öğrendik. Ya sonra olanlar? Suriye'li mülteci akınına uğramaları, durumun getirdiği pek çok olumsuzluklar yaşamaları... Ve günümüzde olanlar?
Aylardan beri roket saldırıları altında. Suriye'den rastgele, hedefi belli olmayan, fırlatılan roket saldırıları altında okullar, çarşılar, her yer tehlikede. Evlere roketler düşüyor, şarapnel yağıyor. Gece yatarken evlerde, yemek sofrasında, sokaklarda öldürülüyor vatandaşlarımız.
Günümüze kadar, 21 sivilin can vermesi, 83 kişinin yaralanması. Halk her an ölüm korkusu yaşıyor, perişan. Pek çok binanın yanıp yıkılması. Nüfusun çoğunluğu Suriyeli sığınmacılar... Yerliler kaçarcasına ayrılmak zorunda kalıyor...
Kilis olanları hak etmiyor. Olanları medyadan, tv den, içimiz kan ağlayarak, çaresizce izliyoruz. Elimizden bir şey gelmiyor... Bir zamanlar şen kahkahaların yükseldiği, mutlu insanların yaşadığı o sınırlardaki bağlar, bahçeler, zeytinlikler, şimdi yangın yeri. Şarkı, darbuka, kahkaha sesleriyle çınlayan yerlerde, bombalar patlıyor, roketler düşüyor, acılar yaşanıyor... Analar, babalar, çocuklar, hatta ülkece hepimiz kan ağlıyoruz... Vatan sınırlarımız, namusumuzdur denir. Kilis, dolayısı ile ülkemiz saldırı altında.
Kilisi unutmayalım, unutturmayalım, sesini duyalım...