WHATSAP İLETİŞİM
 

KINALI KUZULAR

Yıllar önce bir cumartesi günüydü... Akşam üzeri İzmir Körfez vapurundan Karşıyaka iskelesinde inmiş, çarşısında, yukarıya doğru yürüyordum.  Çarşı çok kalabalıktı. Çağdaş  tavırlı ve giysili her yaştan insanlarla dolup taşıyordu... Genelde cumartesi günleri küçük guruplarca bazı eylemler, tanıtımlar, güncel konularla ilgili imza toplayan, masalardaki kişiler, önlerinde kuyruğa girip, imza verenler... Oralarda gerilim yaşandığına  pek rastlanmazdı. Sanırım olaylar, emniyetten sivil polisler tarafından gizlice  izleniyordu.  Bir ara yanıma yaklaşan birini fark ettim. Yirmili yaşlarda, esmer, kavruk tipli, şivesi biraz bozuk bir delikanlı idi. Aramızda geçen konuşmalar ilginçti: -Size bir soru soracağım. Güneydoğudaki savaş hakkında ne düşünüyorsunuz? Çok ısrarcı şekilde yanımda yürümeye devam ediyordu. Durdum. -Ne savaşından söz ediyorsun sen. Savaş düşman ülkeler arasında yapılır. Oralarda olan bazı küçük olaylar. Teröristler tarafından yapılan bazı küçük terör olayları.  Şaşırmıştı. Düş kırıklığına uğramışçasına... Sanıyorum inandırılmış, inanmış bir militandı o.  Hızla yoluma devam ettim... Aradan yıllar geçti. O yörelerde gerçekten savaş benzeri terör olayları, içimizi yakan şehit haberleri . Ordumuzun devam eden mücadelesi.  Bir süre sonra bu olaylar ve şehit haberleri azalmış, bitme durumuna gelmişti. Yıl 2012... O günlerde hiç hatırlamadığım, doğum yerim olan Artvin'e gitmek, ayrıca oradaki  dünyanın en büyük Atatürk heykelini de görmek üzere. Önce Ankara'ya, gitmiştik. Oradan ilk kez gideceğimiz Karadeniz gezisinin durağı olacak olan Rize'ye gidecektik. Çok heyecanlı idim. Garaja giderken duygu yoğunluğu yaşıyordum. Doğduğum toprakları, hatta evi arayıp, belki bulabilecektim emekli olduğum bu yıllarda... Ayrıca dünyanın en büyük heykelini yaptıran hayırsever iş adamı avukat Sıtkı Kahvecioğlu ile, bir röportaj yapacaktım. Zira, benden bir röportaj yazısı istenmişti, söz vermiştim, sekiz yıldır yazmakta olduğum "Yarının Büyüğü" adlı çocuk dergisindeki iki sayfamda yayımlanacaktı... Sonra garaja gittiğimizde yaşadıklarımız... Ayrıca onları da kaleme almıştım. Fakat "Terör olayları bitmiş gibi iken, bu yazımın bir yerlerde yayımlanmasının anlamsız olacağı" düşüncesi ile vazgeçmiştim. Aradan geçen yıllar içinde, son yıllarda terör olayları fena halde çoğaldı. Önce barış, sonra savaş benzeri olaylar yaşandı... Son durumlar... Televizyon ve medyadan endişe ile izlediklerimiz. Terörün dağdan inip, büyük, küçük birçok  kentlerimizde görülmesi. Şehitlerimiz...  Ocakların sönmesi. Ülkemizin her yerinde, yaşanan tedirginlikler... Haberleri    korku ve endişe içinde açıyor, her gün onlarca şehit ve sarsıcı, olumsuz  olaylarla karşılaşıyoruz. Hani  "Ateş düştüğü yeri yakar" denir ama, bu kez adeta hepimizin evine sanki kor ateşler düşüyor... Ne yazık ki elimizden bir şey yapmak gelmiyor. Hani bir zamanlar dillerden düşmeyen bir şarkı vardı. Tekrar kısmındaki o haykırış: "Bir şey yapmalı, bir şey yapmalı... " Ama ne?... Çaresizlik duygusu, hayatta nefret ettiğim şeydir. İnsan onurunu kırıcı bir şey. Her şeyde bir çözüm yolu olmalı. O nedenle her olayda ilk adım atılırken, sonunun düşünülerek. Yoksa olaylar denetiminizden çıkar, sonuç uçurumlar...  Terörü yapan, yaptıranlara, sebep olanlara lanet olsun... Şehitlerimiz saygı, sevgi ve minnet duygularımızla, daima içimizde...  Ailelerine ve tüm ulusumuza sabırlar versin Allah... Işıklar içinde uyusunlar... Yıldızlar arkadaşları olsun. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...                                           MEHMETÇİKLER                                              Kınalı Kuzular 7 Mayıs 2012'de yazmıştım bu yazımı. Fakat o günlerde pek şehit haberleri alınmıyordu.         İzmir’deki evimizden Ankara’ya gelmiş, ailemize yeni katılan tatlı bebeğimizi görmüş, kutlama yapmıştık adeta. Gecenin ilerleyen saatlerinde, uzun Karadeniz gezimizin ilk durağı olacak olan Rize’ye gitmek üzere hazırlanmak için, acele etmeye başlamıştık.  Oralarda fazla beklememize kıyamayan yakınlarımız, bir süre sonra bizi garaja götürdüklerinde, büyük şaşkınlık yaşadık. Zira çok sayıda Mehmetçik, askere uğurlanıyordu. İçerde yürümek değil, adım atmakta bile zorlanıyorduk. Yurdun dört bir yanında olduğu gibi, Ankara’da da çağı gelmiş gençler için garajda uğurlama törenleri yapılıyordu. Adeta adım adım, insanlarla omuz omuza yürüyerek, otobüsümüzün kalkış yerine ulaşabilmiştik. Hem araba bekliyor, hem de çevremizdeki uğurlama törenlerini izliyorduk. Her Mehmetçik gurubundaki törende, benzeri şeyler gözleniyordu. Davul, zurna çalınıyor, gençler coşkulu şekilde oynuyor, Mehmetçiği omuzlarına alıyor, arada el ve ayaklarından tutarak defalarca yukarı atıp tutuyorlardı. Arada söz korosu olarak, hep bir ağızdan sloganlar da atılıyordu: “En büyük asker, bizim asker…” “Vatan sana canım feda…” “Şehitler ölmez, vatan bölünmez…” “Her şey vatan için…”      Orada duygusal anlar yaşanıyordu. Özellikle anaların yüzündeki saklamaya çalıştıkları endişeyle karışık gurur gözleniyordu. Belli ki tüm aile bireyleri, mahalleliler oradaydı.  Herkes aynı zamanda vatan bekçisi olacak Mehmetçikleri uğurlamaktan gurur duyuyordu. Orada bulunanlar ve bizler, aynı duyguları yaşıyorduk adeta.  Otobüsümüz hala gelip, oraya yanaşmamıştı. Arada endişeyle  birilerine tekrar tekrar sorsak ta, hep beklememizi söylüyorlardı. Zaten o coşkulu sesler arasında kimseyle konuşulan da pek duyulmuyor, duyurulamıyordu.           Ara ara, o kalabalık cümbüş arasında düşüncelere de dalıyordum.  Mehmetçik… Anlamı çok derin bir ad. İslamiyet’ten sonra erkek çocuklarına Muhammed ismini koyanlar çoğunluktaymış. Zamanla bu isim yaygın şekilde görülmüş. Zaman içinde Mehmet'e dönüşmüş, sık bir şekilde kullanılmaya başlanmış. Sonunda tek isim, Mehmetçik olarak, ordumuzun bir simgesine dönüşmüş. Uğurlama coşkusu, davul zurnalar, klarnetler, eşliğinde oyunlar, zeybekler, halaylar… Hepsi öbek   öbek…  Ortalarında Mehmetçiklerimiz, kınalı kuzularımız…             Yandaki Mehmetçiklerin kınalı ellerine takılıyor hep gözlerim… Hemen “Kınalı Hasan'ın öyküsünü anımsıyorum. “ Hasan askere giderken anası başına kına yakar. Hasan birliğine gittiğinde herkesin dikkatini çeker. O’na Kınalı Hasan der, biraz da güler arkadaşları… O, Okur-yazar değildir. Bir arkadaşına mektup yazdırır anasına. Mektubunun sonuna: "Kardeşim de yakında askere gidecek, sakın ona kına yakma anacığım, burada arkadaşlarım benimle eğleniyor"  diye yazdırır. Bir zaman sonra Kınalı Hasan şehit olur... Komutanlar elbisesini teslim alırken, cebinde bir mektup bulurlar. Açıp okuduklarında, herkes gözyaşlarına boğulur… Anası mektubun sonuna şunları yazmıştır: “ Arkadaşlarına anlat, eğlenmesinler seninle… Töremizde kına yakmanın anlamları vardır: 1. Gelinlik kıza kına yazılır, gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye… 2.Kurbanlık koça kına yakılır, Allah'a kurban olsun diye… 3. Askere giden yiğitlerimize kına yakılır, vatana kurban olsun diye… Evet… Kınalı Hasan vatana kurban olmuştu...”           Her bir tarafımızda, ortada çiftetelli, oynayan Mehmetçikler... Otobüsü az sonra hareket edecek olanların elleri, bu kez  dua için açıldı... Sonra kınalı kuzular, Peygamber ocağına uğurlayan annelerinin ellerini öpüp, helallik aldılar. Her biri adeta düğünü olan damatlar gibi, tıraşları da yapılmış olarak coşkuyla arabaya bindirilip, dualarla uğurlanmaya başlanmıştı.           Kalabalık eksileceğine artıyordu sanki. Otobüsümüzün saati geçtiği halde, yerimizden kıpırdayamıyorduk. Son anda eşim kalabalığı yararak alt kata, durumu sormaya inerken, şoförümüz tarafından arandığımızı duymuş, yukarıda yer olmadığından, alt katta, bilinmeyen yerden kalkmak zorunda kalmışlar. Valizlerimizi aldılar, güçlükle yürüyerek merdivenlerden aşağı inebildik. Tüm yolcular endişeyle bizi bekliyordu.  Otobüse binip, koltuklarımıza oturmuştuk. Arabamız hareket etti. Gece olmuş, ortalık kararmıştı. Karmaşık duygular içindeydim. Düşünüyordum, dünyanın hiçbir milleti, çocuğunu askere davul zurna eşliğinde, eline kına yakarak göndermemiştir. Bu duyguyu ancak bizler yaşarız. Hele de son zamanlarda ülkemiz, gelen şehit haberleriyle yasa boğulurken… Diğer yandan kınalı kuzularımız olan Mehmetçiklerimiz, vatani görevlerini yapmak için, yurdun dört bir yanından, coşkuyla birliklerine gönderebiliyorlar. Gelen her şehit cenazesi sadece kendi evlerinde değil, hepimizin evinden çıkmışçasına üzülüyoruz. Ateş sadece düştüğü yeri değil, hepimizi yakıyor... Ulusça, kahraman şehit ve gazi Mehmetçiklerimizi  hep minnet ve şükranla anıyoruz… Kınalı kuzularımızın, sağlıklı, mutlu şekilde dönmeleri, döndüklerinde de yine böyle coşkuyla karşılanmalarını da içtenlikle diliyoruz… Kulaklarımda geçmişten anımsadığım  şarkılar yankılanıyordu: "Yıllarca sinende sakladın beni, Sonunda askere yolladın beni. Suçumu bağışla üzdüysem seni. Hakkını helal et askerim anam...Yüzünü görmeden ölürsem eğer, hakkını helal et askerim anam..."    "Gel teskere gel teskere bitsin bu hasret... Yolunu bekleyen anam yüzüme hasret..."      Karşıyakalı Üsteğmen İsmail Cazgır geçtiğimiz aylarda şehit oldu.
Ekleme Tarihi: 01 Ocak 2016 - Cuma

KINALI KUZULAR

Yıllar önce bir cumartesi günüydü...

Akşam üzeri İzmir Körfez vapurundan Karşıyaka iskelesinde inmiş, çarşısında, yukarıya doğru yürüyordum. 
Çarşı çok kalabalıktı. Çağdaş  tavırlı ve giysili her yaştan insanlarla dolup taşıyordu...

Genelde cumartesi günleri küçük guruplarca bazı eylemler, tanıtımlar, güncel konularla ilgili imza toplayan, masalardaki kişiler, önlerinde kuyruğa girip, imza verenler... Oralarda gerilim yaşandığına  pek rastlanmazdı. Sanırım olaylar, emniyetten sivil polisler tarafından gizlice  izleniyordu. 

Bir ara yanıma yaklaşan birini fark ettim. Yirmili yaşlarda, esmer, kavruk tipli, şivesi biraz bozuk bir delikanlı idi. Aramızda geçen konuşmalar ilginçti:

-Size bir soru soracağım. Güneydoğudaki savaş hakkında ne düşünüyorsunuz? Çok ısrarcı şekilde yanımda yürümeye devam ediyordu. Durdum.

-Ne savaşından söz ediyorsun sen. Savaş düşman ülkeler arasında yapılır. Oralarda olan bazı küçük olaylar. Teröristler tarafından yapılan bazı küçük terör olayları. 

Şaşırmıştı. Düş kırıklığına uğramışçasına... Sanıyorum inandırılmış, inanmış bir militandı o.  Hızla yoluma devam ettim...

Aradan yıllar geçti. O yörelerde gerçekten savaş benzeri terör olayları, içimizi yakan şehit haberleri . Ordumuzun devam eden mücadelesi. 

Bir süre sonra bu olaylar ve şehit haberleri azalmış, bitme durumuna gelmişti.

Yıl 2012...
O günlerde hiç hatırlamadığım, doğum yerim olan Artvin'e gitmek, ayrıca oradaki  dünyanın en büyük Atatürk heykelini de görmek üzere. Önce Ankara'ya, gitmiştik. Oradan ilk kez gideceğimiz Karadeniz gezisinin durağı olacak olan Rize'ye gidecektik. Çok heyecanlı idim. Garaja giderken duygu yoğunluğu yaşıyordum. Doğduğum toprakları, hatta evi arayıp, belki bulabilecektim emekli olduğum bu yıllarda... Ayrıca dünyanın en büyük heykelini yaptıran hayırsever iş adamı avukat Sıtkı Kahvecioğlu ile, bir röportaj yapacaktım.
Zira, benden bir röportaj yazısı istenmişti, söz vermiştim, sekiz yıldır yazmakta olduğum "Yarının Büyüğü" adlı çocuk dergisindeki iki sayfamda yayımlanacaktı...

Sonra garaja gittiğimizde yaşadıklarımız... Ayrıca onları da kaleme almıştım. Fakat "Terör olayları bitmiş gibi iken, bu yazımın bir yerlerde yayımlanmasının anlamsız olacağı" düşüncesi ile vazgeçmiştim.

Aradan geçen yıllar içinde, son yıllarda terör olayları fena halde çoğaldı. Önce barış, sonra savaş benzeri olaylar yaşandı...

Son durumlar...

Televizyon ve medyadan endişe ile izlediklerimiz. Terörün dağdan inip, büyük, küçük birçok  kentlerimizde görülmesi.

Şehitlerimiz...  Ocakların sönmesi. Ülkemizin her yerinde, yaşanan tedirginlikler... Haberleri    korku ve endişe içinde açıyor, her gün onlarca şehit ve sarsıcı, olumsuz  olaylarla karşılaşıyoruz.

Hani  "Ateş düştüğü yeri yakar" denir ama, bu kez adeta hepimizin evine sanki kor ateşler düşüyor... Ne yazık ki elimizden bir şey yapmak gelmiyor. Hani bir zamanlar dillerden düşmeyen bir şarkı vardı. Tekrar kısmındaki o haykırış: "Bir şey yapmalı, bir şey yapmalı... " Ama ne?... Çaresizlik duygusu, hayatta nefret ettiğim şeydir. İnsan onurunu kırıcı bir şey. Her şeyde bir çözüm yolu olmalı. O nedenle her olayda ilk adım atılırken, sonunun düşünülerek. Yoksa olaylar denetiminizden çıkar, sonuç uçurumlar... 

Terörü yapan, yaptıranlara, sebep olanlara lanet olsun... Şehitlerimiz saygı, sevgi ve minnet duygularımızla, daima içimizde...  Ailelerine ve tüm ulusumuza sabırlar versin Allah... Işıklar içinde uyusunlar... Yıldızlar arkadaşları olsun.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...

                                          MEHMETÇİKLER

                                             Kınalı Kuzular

7 Mayıs 2012'de yazmıştım bu yazımı. Fakat o günlerde pek şehit haberleri alınmıyordu. 

       İzmir’deki evimizden Ankara’ya gelmiş, ailemize yeni katılan tatlı bebeğimizi görmüş, kutlama yapmıştık adeta. Gecenin ilerleyen saatlerinde, uzun Karadeniz gezimizin ilk durağı olacak olan Rize’ye gitmek üzere hazırlanmak için, acele etmeye başlamıştık.  Oralarda fazla beklememize kıyamayan yakınlarımız, bir süre sonra bizi garaja götürdüklerinde, büyük şaşkınlık yaşadık. Zira çok sayıda Mehmetçik, askere uğurlanıyordu. İçerde yürümek değil, adım atmakta bile zorlanıyorduk. Yurdun dört bir yanında olduğu gibi, Ankara’da da çağı gelmiş gençler için garajda uğurlama törenleri yapılıyordu. Adeta adım adım, insanlarla omuz omuza yürüyerek, otobüsümüzün kalkış yerine ulaşabilmiştik.

Hem araba bekliyor, hem de çevremizdeki uğurlama törenlerini izliyorduk. Her Mehmetçik gurubundaki törende, benzeri şeyler gözleniyordu. Davul, zurna çalınıyor, gençler coşkulu şekilde oynuyor, Mehmetçiği omuzlarına alıyor, arada el ve ayaklarından tutarak defalarca yukarı atıp tutuyorlardı. Arada söz korosu olarak, hep bir ağızdan sloganlar da atılıyordu: “En büyük asker, bizim asker…” “Vatan sana canım feda…” “Şehitler ölmez, vatan bölünmez…” “Her şey vatan için…”

     Orada duygusal anlar yaşanıyordu. Özellikle anaların yüzündeki saklamaya çalıştıkları endişeyle karışık gurur gözleniyordu. Belli ki tüm aile bireyleri, mahalleliler oradaydı.  Herkes aynı zamanda vatan bekçisi olacak Mehmetçikleri uğurlamaktan gurur duyuyordu. Orada bulunanlar ve bizler, aynı duyguları yaşıyorduk adeta.  Otobüsümüz hala gelip, oraya yanaşmamıştı. Arada endişeyle  birilerine tekrar tekrar sorsak ta, hep beklememizi söylüyorlardı. Zaten o coşkulu sesler arasında kimseyle konuşulan da pek duyulmuyor, duyurulamıyordu.

          Ara ara, o kalabalık cümbüş arasında düşüncelere de dalıyordum.  Mehmetçik… Anlamı çok derin bir ad. İslamiyet’ten sonra erkek çocuklarına Muhammed ismini koyanlar çoğunluktaymış. Zamanla bu isim yaygın şekilde görülmüş. Zaman içinde Mehmet'e dönüşmüş, sık bir şekilde kullanılmaya başlanmış. Sonunda tek isim, Mehmetçik olarak, ordumuzun bir simgesine dönüşmüş. Uğurlama coşkusu, davul zurnalar, klarnetler, eşliğinde oyunlar, zeybekler, halaylar… Hepsi öbek   öbek…  Ortalarında Mehmetçiklerimiz, kınalı kuzularımız…

            Yandaki Mehmetçiklerin kınalı ellerine takılıyor hep gözlerim… Hemen “Kınalı Hasan'ın öyküsünü anımsıyorum. “ Hasan askere giderken anası başına kına yakar. Hasan birliğine gittiğinde herkesin dikkatini çeker. O’na Kınalı Hasan der, biraz da güler arkadaşları… O, Okur-yazar değildir. Bir arkadaşına mektup yazdırır anasına. Mektubunun sonuna: "Kardeşim de yakında askere gidecek, sakın ona kına yakma anacığım, burada arkadaşlarım benimle eğleniyor"  diye yazdırır. Bir zaman sonra Kınalı Hasan şehit olur...

Komutanlar elbisesini teslim alırken, cebinde bir mektup bulurlar. Açıp okuduklarında, herkes gözyaşlarına boğulur… Anası mektubun sonuna şunları yazmıştır: “ Arkadaşlarına anlat, eğlenmesinler seninle… Töremizde kına yakmanın anlamları vardır:

1. Gelinlik kıza kına yazılır, gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye… 2.Kurbanlık koça kına yakılır, Allah'a kurban olsun diye…
3. Askere giden yiğitlerimize kına yakılır, vatana kurban olsun diye… Evet… Kınalı Hasan vatana kurban olmuştu...”

          Her bir tarafımızda, ortada çiftetelli, oynayan Mehmetçikler... Otobüsü az sonra hareket edecek olanların elleri, bu kez  dua için açıldı... Sonra kınalı kuzular, Peygamber ocağına uğurlayan annelerinin ellerini öpüp, helallik aldılar. Her biri adeta düğünü olan damatlar gibi, tıraşları da yapılmış olarak coşkuyla arabaya bindirilip, dualarla uğurlanmaya başlanmıştı.

          Kalabalık eksileceğine artıyordu sanki. Otobüsümüzün saati geçtiği halde, yerimizden kıpırdayamıyorduk. Son anda eşim kalabalığı yararak alt kata, durumu sormaya inerken, şoförümüz tarafından arandığımızı duymuş, yukarıda yer olmadığından, alt katta, bilinmeyen yerden kalkmak zorunda kalmışlar. Valizlerimizi aldılar, güçlükle yürüyerek merdivenlerden aşağı inebildik. Tüm yolcular endişeyle bizi bekliyordu.

 Otobüse binip, koltuklarımıza oturmuştuk. Arabamız hareket etti. Gece olmuş, ortalık kararmıştı. Karmaşık duygular içindeydim. Düşünüyordum, dünyanın hiçbir milleti, çocuğunu askere davul zurna eşliğinde, eline kına yakarak göndermemiştir. Bu duyguyu ancak bizler yaşarız. Hele de son zamanlarda ülkemiz, gelen şehit haberleriyle yasa boğulurken…

Diğer yandan kınalı kuzularımız olan Mehmetçiklerimiz, vatani görevlerini yapmak için, yurdun dört bir yanından, coşkuyla birliklerine gönderebiliyorlar. Gelen her şehit cenazesi sadece kendi evlerinde değil, hepimizin evinden çıkmışçasına üzülüyoruz. Ateş sadece düştüğü yeri değil, hepimizi yakıyor... Ulusça, kahraman şehit ve gazi Mehmetçiklerimizi  hep minnet ve şükranla anıyoruz… Kınalı kuzularımızın, sağlıklı, mutlu şekilde dönmeleri, döndüklerinde de yine böyle coşkuyla karşılanmalarını da içtenlikle diliyoruz…

Kulaklarımda geçmişten anımsadığım  şarkılar yankılanıyordu: "Yıllarca sinende sakladın beni, Sonunda askere yolladın beni. Suçumu bağışla üzdüysem seni. Hakkını helal et askerim anam...Yüzünü görmeden ölürsem eğer, hakkını helal et askerim anam..."    "Gel teskere gel teskere bitsin bu hasret... Yolunu bekleyen anam yüzüme hasret..."   

 

Karşıyakalı Üsteğmen İsmail Cazgır geçtiğimiz aylarda şehit oldu.

Karşıyakalı Üsteğmen İsmail Cazgır geçtiğimiz aylarda şehit oldu.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve karsiyakalim.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.