Yıllar önce...
Cumhuriyetin 50. yılında da yine mili bayramlar, daha da coşkulu bir şekilde kutlanıyordu.
Genç bir öğretmen olarak, 23 Nisan Çocuk Bayramı'nda, öğrencilerin başında yürüyordum. Diğer bayramlarda olduğu gibi, Karşıyaka'da halk, yol kenarlarında, dükkan önlerinde, hatta balkonlardan, arada bizlere çiçek atarak izliyorlarken, daha da gururlanıyorduk.
Kolej ve özel okulların yaygın olmadığı dönemlerdi. Karşıyaka'nın ünlü okullarından biri olarak öğrencilerimiz ve bizler, o gün için özel hazırlanan giysiler içinde olurduk hep.
O gün, Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın kabrine doğru, önde bayrak, filema, bando takımımızla ilerliyorduk. O arada garip tavırlı, perişan giyimli, üstü, başı, yüzü gözü kirli bir sokak çocuğu, yaklaşıyor, engellercesine yürüyüşe dahil oluyor, bir şeyler söylerken, görevliler tarafından uzaklaştırılıyordu.
Sokak arasına gelirken yanıma yaklaşıp, "Neler oluyor?" dediğinde, yürüyüşe devam ederken, ona sadece göz ucuyla bakarak "çocuk bayramı nedeniyle yürüyüşteyiz" yanıtını verdim.
Konuşmamız devam etti:
-Bunlar kim, sen kimsin?
-Öğrencilerimiz olan çocuklar, öğretmenleriyim.
-Bana bak, ben de çocuk değil miyim? Ben neden aralarında değilim? Sen neden benim de öğretmenim değilsin? demez mi?...
Bu sözleri adeta bir tokat gibi idi. Hiç bozmadan yürüyüşe devam ederken yavaşça:
-Sen de kenardan, konuşmadan yanımda bizlerle birlikte biraz yürü... Sözümden öyle mutlu olmuştu ki...
Yine göz ucuyla baktığımda, garip bir gülüş, yüzünde mutluluk rüzgarı estiğini gördüm.
Asker yürüyüşüne benzer tavrı ile, başı dik, gururlu halde, bir süre yürüdü...
Çok etkilenmiştim. Gün boyu ara ara hep hatırladım bu çocuğu. Gece de birkaç kez, uykularım bölündü. Sabah uyandığımda yastığım ıslaktı. Ağlamış mıydım, yoksa terlemiş mi?
Sokak Çocukları; çocuklarımız, toplumun kanayan yarası...